İşte geldi o saat.

Yunanistan’a gitmek için hazırlıklarımız bitmişti, atladık arabaya yola revan olduk.

Aslında tek gece kalıp dönecektik ne vardı bu kadar bavula, eşyaya.

Ama gel de anlat.

“Ya soğuk olursa, ye sıcak olursa, rüzgar eserse, kaliteli bir yere yemeğe gidersek, ya paçoz bir yere gidersek, deniz kenarında oturmak istersek, otelde havuza girersek, hamama gidersek, termale gidersek…”

Sevgili karıcığım tüm bunları ve daha fazlasını düşünerek tüm bu olası aktiviteler için değişik kıyafetler aldı.

Sadece tek gecelik gittiğimiz Yunanistan’a tam 3 buçuk bavul eşya, 3 poşet ayakkabı, termoslar, çaydanlıklar ve mutfak malzemeleri.

Bizi gören Yunanistan’a ilhak ediyoruz sanıp, tutuklayacak.

Hani Yunan gümrükçüleri görse (ki görecek), bunlar gezmeye değil, göçmenlik başvurusunda bulunmaya gelmişler” diyecek ve içeri sokmayacaklar.

Belki de eşya satmaya geldik zannedecekler.

Zira götürdüğümüz eşyaların çoğunu geçen hafta o AVM senin, bu AVM benim diyerek dolaşıp aldı.

Hepsi gıcır gıcır…

Araba kullanırken aklıma geldi sordum; “Gülaycığım sahi biz nasıl anlaşacağız bu Yunanlılarla?”

“Merak etme kocacığım, ben öğrendim çoğu Türkçe biliyormuş zaten. Hem bilmeseler de telefona transleyt uygulaması yükledim. Türkçe konuşuyorsun, o konuştuklarını Yunancaya çeviriyor. Karşındaki Yunanca konuşacak, uygulama Türkçeye çevirecek…”

“Ne kolaymış meğer yabancılarla konuşmak. Boşuna dil öğrettiler insanımıza. Vay be!”

Gümrük kapısına geldiğimizde epey bir kuyruk vardı.

Sanırsınız vatanına geri dönen Suriyelileriz.

Ne kalabalık, ne kalabalık?

Başladık beklemeye, gıdım gıdım ilerliyoruz.

Bazı terör örgütlerinin ülkeyi terk etmek adına gümrüklerden yurt dışına sızma girişimlerine karşılık oldukça sıkı denetleme varmış.

Kuyruk gitmiyor bir türlü.

Hâlbuki biz sabah kahvaltısını orada yapacaktık.

“Böyle giderse akşam yemeğini bile kaçıracağız Gülay” dedim.

Sonunda kuyruk o kadar büyüdü ki giriş için başka kapılar açmak zorunda kaldılar.

Girdik, çıktık geldik Yunan gümrüğüne.

Adamların umurunda değil.

Resmen bize işkence yapmak için Hitlerden adam kiralamışlar sanki.

Bir mühür vuracak, eli ağır çekimde hareket ettiğinden, pasaporta gelinceye kadar mührün mürekkebi kuruyor, tekrar basıyor ıstampaya.

Deli olmak içten değil ama ne yaparsın?

Elin adamı ve gavur memleketi.

Hani çekinmesem adamı bankonun arkasından alacağım bu tarafa ıslatıp ıslatıp döveceğim.

Benim sinirlendiği gören eşim,

“Ama Rüstem ne kadar şanslıyız. Bak iki kişiden sonra bize sıra gelecek, artık özgürüz” dedi.

Kazasız belasız girdik Yunan’a.

Aç bakalım GPS’i, bul otel yolunu şimdi.

İnternetin olmayacağını düşünen eşim, yurtdışı paketi almış meğer.

Ne akıllı kadın maşallah.

Her b.ku biliyor, anlıyor ve araştırıyor.

Bir saati geçkin yolculuktan sonra otelimizi bulduk.

“Bavulların hepsini indirmeyelim, bazıları aktivitelere göre inecek” dedi ve “Kırmızı bavulu alsak yeter” diye ekledi;

Nihayet otelimize gelmiştik ama bizim kahvaltı iç oldu tabi.

Gümrükte; Gülay’ın yanımıza “Ne olur ne olmaz?” diyerek aldığı poğaça ve simitleri yemeseydik şimdi bayılacaktık açlıktan.

Gülay yerleşmeye çalışırken benim açlıktan gözlerim kapanmıştı.

“Yürü Gülay gidelim, bırak onları yerleştirmeyi.” dedim, beni kırmadı ve aceleyle çıktık.

Gideceğimiz lokanta bile belliydi, yerimiz ayırtılmıştı.

Taksiye bindik gittik.

Neden taksi?

Çünkü dönüşte kelle olacaktık da ondan.

“Ne yiyeceğiz?” diye sordum, “Bak şimdi” dedi ve garsona başladı saymaya; “Kalamari, Kabaki, iki kadehcik Uzo, salata, musaka, dolmadakia, bir tane de caciki…”

“Tamam hanimefendi…” dedi gitti.

Arkasından bağırdı; “Ekmekle su da yolla...”

Garson, “Oldi be hanimim…” dedi.

Merakla sordum; “Yahu sen bunları nereden biliyorsun kız Gülay?”

“Rüstemciğim gelmeden önce buraya daha önce gelenlere sordum, açtım internetten öğrendim. Bana bırak bu işleri, devlet su işleri…”

O akşam sirtaki bile yaptık.

Tabak kırmayı kaldırmışlar, mendil atıyordun onun yerine.

Sabaha kadar eğlendik, taksi ile otele geldiğimizde gebermiştik adeta…

ÇİN İLE ZEYTİN BAĞI

Çanakkaleli olup ta zeytini bilmeyen yoktur.

Çok anlarız bu işlerden.

Nasıl kazılır, nasıl ilaçlanır, nasıl toplanır, nasıl yağı çıkarılır?

Biliriz.

Biz Kuzey Egeliyiz zere.

Ama belki bilmeyenler vardır diye “Şu zeytin ile incir hikâyesini anlatıvereyim” dedim.

İlginç bilgiler var içinde.

İşte o yazı;

Zeytin ile incir ağacı bağlantısını eğer bilimsel olarak mercek altına alırsak; zeytin ağacı ile incir ağacı doğaya ters çalışır.

Bütün bitkiler gündüz oksijen verirken, zeytin ve incir ağaçları karbondioksit salınımı yapar.

Gece ise diğer ağaçlar karbondioksit verirken, zeytin ve incir ağaçları ise oksijen vermeye başlar.

İncir ağacı yapraklarını döker ama zeytin ağacı hiçbir zaman yapraklarını dökmez. Zeytin ağacı devamlı bir oksijen salgılamaktadır.

Bu durum İtalya ile Edremit Körfezinde kendisini daha net gösterir.

Zeytin ağacı geceleri oksijen verirken, bir yandan da sabaha kadar atmosfere iyot saçan denizimiz ve Kazdağlarından gelen temiz hava ile karışan bir havamız vardır.

Tan yeri ağarırken, deniz kıyısından gözlendiğinde, bu durum bir bulut ve sis halinde göze çarpar.

Zeytin ağacı ile incir ağaçları aynı dönemde meyve verir.

Bu dönem zeytin sineğinin üremeye başladığı zamanlardır.

Zeytin sineğinin, zeytin ağaçları ve zeytin meyvesine zarar vereceği dönemlerde, iyice olgunlaşan incir ağaçlarının meyveleri bal dökmeye başlar.

İncirin balı, zeytin sineğine cazip gelir ve zeytin yerine incir meyvesini tercih eder.

Zeytinliklerdeki incir ağaçları tıpkı bir paratoner gibi zeytin sineklerini üzerine çeker.

İncir balını yiyen zeytin sinekleri bir süre sonra zehirlenerek ölür.

Mübadele öncesinde Ege kıyılarında yaşayan Rumların her zeytin tarlasına 3-4 adet incir ağacı dikmiş olmasının sebebi de budur.

Oysa bizim özellikle yeni nesil zeytin üreticilerimizin birçoğu bu gerçeği bilmedikleri için, zeytin bahçelerindeki yüzlerce incir ağacını sinek topluyor diye kesmişler ve odun yapmışlardır.

Bunun sonucunda da bugün zeytin sineği başta olmak üzere zeytin zararlısı uçkunlar çoğalmıştır.

Ya işte böyle.

Her işi bir bilene soracaksın.

Bilmediğin işe burnunu sokmayacaksın.

Peygamberimizin dediği gibi;

“İlim Çin’de de olsa git al!”

ALMANYA VE KISKANÇLIK

Kıskanmak insanın doğasında vardır.

Ama bazı insanlar daha fazla kıskanırlar.

Burçlara inanmam ama benim burcum olan Akrep çok kıskanç olurmuş.

Ama neyi kıskanıyorum?

Başkasını değil, başka ülkeyi değil, başka dünyayı değil, başka dini değil.

Ama eşimi kıskanıyorum her erkek gibi.

Peki Almanya bizi kıskanıyor mu?

Orasını pek bilmem ancak, bizim onları kıskanmamız gerektiği çok açık ortada.

İşte Almanya ile ilgili bir yazı.

Şöyle başlamış;

Almanya hakkında bilmediğiniz 17 ilginç gerçek:

1. Almanya orta Avrupa'da yer alıyor ve 83 milyondan fazla sakini ile Avrupa Birliği'nin en kalabalık ülkesidir.

2. Başkent Berlin, Berlin Duvarı ve Brandenburg Kapısı da dahil olmak üzere canlı sanat sahnesi, tarihi işaretleri ve kültürel mirasıyla tanınmaktadır.

3. Almanya dünyanın önde gelen sanayi ülkelerinden biri ve özellikle otomobillerde Mercedes-Benz, BMW ve Volkswagen gibi markalarla yüksek kaliteli mühendisliği ile tanınmaktadır.

4. Ülke, ülke genelinde 1.500'den fazla çeşit üretilen birasıyla da ünlü. Münih'te her yıl düzenlenen Oktoberfest, dünyanın en büyük bira festivallerinden biri.

5. Almanya, geleneksel köyleri, yürüyüş parkurları ve peri masalı ambiyansı ile bilinen güneybatıda yoğun ve pitoresk bir ormana ev sahipliği yapıyor.

6. Ülkenin Almanya'dan gelen Ludwig van Beethoven, Johann Sebastian Bach ve Wolfgang Amadeus Mozart gibi ünlü bestecileriyle zengin bir kültür tarihine sahiptir.

7. Almanya, tamamlanması 600 yıldan fazla süren Köln Katedrali de dahil olmak üzere UNESCO Dünya Mirasları'na sahip.

8. Alman eğitim sistemi oldukça saygı görüyor ve ülke dünyanın en iyileri arasında birkaç sıralamayla üniversiteleri ve araştırma kurumlarıyla tanınmaktadır.

9. Almanya, özellikle makine, kimyasal ve elektronik gibi sektörlerde dünyanın en büyük ihracatçılarından biri.

10. Almanya'nın ünlü otoyol sistemi olan Autobahn, hız limiti olmayan, sürücülerin yüksek hızlarda seyahat etmesine olanak sağlayan esneme hareketleriyle biliniyor.

11. Almanya'da Noel tatili sezonu, 14. yüzyıla dayanan Christkindlmarkt olarak bilinen geleneksel pazarlarla kutlanıyor.

12. Almanya, Energiwende (enerji geçişi) politikasının bir parçası olarak rüzgar ve güneş enerjisine karşı güçlü bir kararlılıkla yenilenebilir enerjide liderdir.

13. Ülkede Disney'in Uyuyan Güzel Kalesi'ne ilham veren Bavyera'daki peri masalı Neuschwanstein Kalesi de dahil olmak üzere çok sayıda kale ve saraya sahiptir.

14. Almanca, 100 milyondan fazla anadili konuşulan ile dünyada en yaygın konuşulan dillerden biridir.

15. Noel ağacı geleneği ya da "Weihnachtsbaum" Almanya'da ortaya çıktı ve dünya çapında tatil döneminin önemli bir parçası olmaya devam ediyor.

16. Almanya'nın sosyal refah sistemi, sağlık hizmetleri, işsizlik ödenekleri ve kamu emekli maaşları sunan dünyanın en kapsamlı sistemlerinden biri.

17. Futbol (futbol) en popüler olan ülke güçlü bir spor kültürüne sahiptir ve milli takımları 4 FIFA Dünya Kupası şampiyonu oldu.

“Haydi len! Biz daha iyiyiz” diyen varsa hodri meydan!

“Herkes malını, mülkünü ortaya koysun bakalım kim kazanacak?”

DAR HANE

Ege’nin bir köyündeki kadının birisinin kocası ölmüş.

Kadın kocasının ölüsüne bakıp bakıp ağıt yakıyor:

"Baktın hava yağmur havası,

Ocakta darhana çorbası,

Ne diye ölüvedin gözü kör olası.”

Ve işte tarhana çorbasının öyküsü:

Soğuk ve karlı bir kış günüdür.

Padişah ve veziri kimseye haber vermeden ava çıkmışlar.

Gezmişler, dolaşmışlar, avlanmışlar akşamı etmişler.

Geri döneceklerdir de bir türlü ormandan çıkamamışlar.

Artık karanlık çökmek üzereyken ve umutların tükendiği zamanda bir kulübecik görmüşler.

Kapıyı çalıp “Misafir olmak istediklerini” söylemişler kulübe sakinlerine.

Kabul görmüşler ve misafir olmuşlar haneye.

Ev sahibi erkek, misafirlerinin için için üşüdüklerini hissetmiş ve:

-“Hanım, baksana nasıl da üşümüşler, çorba kaynatır mısın misafirlerimize?” demiş hemencecik.

Ev sahibesi kadın hemen kalkmış ve toprak bir güvecin içinde çorba hazırlamış oracıkta.

Çorbalar içilince, içi ısınmış misafirlerin, rahatlamışlar.

Üstlerindeki abaları postları çıkarınca göz alıcı giysiler çıkmış meydana.

Az, biraz genç olanı:

-“Ben padişahım” demiş.

Hane halkı şaşırmış, demek ki padişah fakirhanenin konuğu olmuştur.

Padişah devamla:

-“Benim sarayımda da her gün kazanlar kaynar ama hiç böyle lezzetli çorba içmedim bugüne kadar, nedir bunun adı? deyiverin bakalım.”

Ev sahibesi hanım şaşırmış, “Çorbanın da adı mı olurmuş, adı üstünde, çorba işte…” diye geçirmiş aklından.

Ancak padişah soran gözlerini kadının gözlerine dikmiş, gelecek cevabı beklemekteymiş.

Ne desin kadın? “Fakir Ev” anlamına gelen: “Darhane Çorbası, hünkârım” deyivermiş işte.

Geceyi o “Dar hanede” geçiren Padişah, ertesi gün ne güzellik yapmıştır bilinmez ama söyleyiş özellikleri nedeniyle günümüze “Tarhana” olarak taşınmış bu çorbanın adı.

Tarhana Çorbası, bilindiği üzere soğuk kış aylarının vazgeçilmezidir memleketimizin.

Buram buram kokusu gelen; börülceli, acı kırmızı biberli tarhanadır o.

Yaz aylarından çıkmadan, kınalı ellerle hazırlanır da toprak boduçlara, kurutulmuş su kabaklarına doldurulup saklanırdı eskiden.

Ya da bembeyaz divitin keselere doldurulup asılırdı tavan çengellerine.

İşte böyle anlatmış anlatan.

Biz de köşeye alıverdik usulca.

Tarhananın; “Dar hane” olduğunu bilir miydiniz bilmem.

Ama tövbe ben bilmezdim, öğrendim sayenizde…